28 Kasım 2013 Perşembe

Saplantı - Jennifer L. Armentrout




Lux serisini okurken biri bana Arumları seveceğimi söylese "Hadi oradan!" derdim... Ancak Luxenlere gıcık olduğum, Arumlara kanımın kaynadığı -bayağı bir kaynadığı^^- bir okuma süreci oldu. :)   

Önce konudan bahsedelim. Serena en yakın arkadaşı Mel'le bir gece kulübünde otururken arkadaşının anlatıklarının uçukluğunu ancak onun sarhoşluğuna verebilirdi. Ne var ki Mel'in içinde bulunduğu korku onu şüphelendirdi. Üstüne bir de öğrendiği bazı bilgiler nedeniyle Mel, Serena'nın gözleri önünde bir Luxen tarafından öldürülünce, Serena kendini Savunma Dairesinin korunmasında ve bir Arum olan Hunter'ın insafına kalmış olarak buldu... 

 Arumların ve Luxenlerin karanlık noktalarını gözler önüne seren bu kitapta, Savunma Dairesi'nin de gerçek yüzünü görebiliyorsunuz...   'Lux serisinde tarafımızı Luxenlerden yana seçtik, ışığın tarafını seçtiğimizi düşündük ve Luxenlerin can düşmanları Arumları hep karanlık, çirkin, kötü bildik. Luxenleri korumak istedik, Arumlara "Boyunuz posunuz devrilsin, iki yakanız bir araya gelmesin." demek istedik... Ta ki Arumlara söz hakkı doğup, onlar kendilerini anlatmaya başlayana kadar... ' demiştim bir önceki yazımda.  

Serinin  spinoffu olan bu kitapta da Arumların dünyasına daldık. Arumlar gibi karanlık yaratıklara da new adult tarzı yakışırdı zaten. Yazar young adulttaki başarısını new adultta da göstermişti hatta şahlandırmıştı diyebiliriz. Kitapta en sevdiğim şey yazarın bir Hunter'ın, bir Serena'nın gözünden anlatmasıydı olayları. Uzun zamandır bu tarz kitapları hep bayan karakterlerin ağzından okuyoruz ve maalesef bu kızlarımızın bir kısmı yarım akıllı, onların zihinlerinde olmak insanı boğabiliyor. Bu kitapta ise Serena yarım akıllılıktan  uzak harika bir bayan karakter ve bakış açıları öyle doğal geçiş yapıyor ki, ben çok sevdim. Bazı kitapların sonundaki erkek karakterin gözünden anlatılmış bir bölüm bile bizi mutlu etmeye yeterken bunun etkisini bir düşünün :) Darısı sadece erkek karakteri gözünden anlatılan kitapların başına... 

Son olarak kitap tek kitap değil de seri olacak gibi. Çünkü hikayesini okumak istediğim bir kaç karakter var ve ucu açık bırakılan bazı konular var... Umarım devamı da gelir. ^^ 




Devamını Oku »

24 Kasım 2013 Pazar

OKK 21. Blog Tur: Işıldayan Luxenler Mi, Yoksa Karanlığın Çocukları Arumlar Mı?



Malumunuz Lux serisiyle uzaylılar girdi bir anda hayatımıza. Fantastik karakter dünyamız, dünyalı yaratıklarla doluyken; "Isır beni X" derken; bir anda dünya dışı transfer yaratıklar ele geçirdi bir kısım okuyucuyu. Rivayet odur ki "Işınla beni Scotty!" lafının yerini "Işınla beni Daemon!" almıştır. 

Okuyucularını ilerideki bir UFO olayına ya da uzaylı saldırısına karşı hevesli kılan Luxenler, "Uzayda hayat var mı bilmiyoruz ama uzayda 'taş' varmış!" dedirtmişlerdir. :p
Lux serisinde tarafımızı Luxenlerden yana seçtik, ışığın tarafını seçtiğimizi düşündük ve Luxenlerin can düşmanları Arumları hep karanlık, çirkin, kötü bildik. Luxenleri korumak istedik, Arumlara "Boyunuz posunuz devrilsin, iki yakanız bir araya gelmesin." demek istedik... Ta ki Arumlara söz hakkı doğup, onlar kendilerini anlatmaya başlayana kadar...  


O zaman bize de onlara karşılıklı söz hakkı vermek düşer:

Arum: Beni bu parlak çocukla konuşturmak istediğinize inanamıyorum. Muhtemelen kendini beğenmişlikten, iki cümleyi bir araya getiremeyecektir. 



Luxen: Ona parlak çocuk değil Luxen deniyor bir kere. Ancak mükemmelliğimizin gerçekliği düşünülürse bu kendini beğenmişlik değil, olanı olduğu gibi kabul etmek sadece. Karizmatik yanımızın bir kısmı da buradan geliyor zaten... 


Arum: Ampul gibi parıldamanın çok karizmatik olduğunu ancak bir ampul söyleyebilirdi zaten. 

Luxen: Dönüşürken üstüne zift dökülmüş gibi olmak daha karizmatik sanki.

Arum: En azından ben buradayım diye bağırmıyoruz dönüşürken Sayın Gökkuşağı. Savunma Dairesine bizi açık eden de sizin bu deniz feneri gibi parlayarak sorumsuzca dolaşmanız zaten. 

Luxen: İçinizdeki o saf kötü yan hemen kendini belli ediyor, benimle bu şekilde konuşman içinde bulunduğun ezik duruma yardımcı oluyor mu bari? Aramızdaki savaşın nedeni bile, sizin bu Luxenleri öldürmeye programlı kötülüğünüz... 

Arum: Aramızdaki savaşın nedeni ateş böceği, sizin her şeyi yakıp yıkıp ezerek mutlak güce ulaşma arzunuz. Mutlak güç neyi doğurur bilirsin, mutlak yozlaşmayı... 

Luxen: Hey!.. Obsid...

Tamam, tamam çocuklar; bu kadar yeter! Anlıyorum ki karşılıklı medenice konuşmanızı beklemek yanlış bir kararmış. Okuyucuya daha fazla rezil olmadan ben anlatayım en iyisi...

 ***

Efendim, Luxenler ve Arumlar dış görünüş olarak oldukça cezbediciler, bu konuda emin olun birbirlerine karşı herhangibir üstünlükleri yok. Ayrıca iki taraf da dünyaya karşı oldukça alaycı. Deamon'ın Katy'e olan alaycılığını az-çok biliyorsunuz, Saplantı'da Arumları bize temsil eden Hunter da aynı şekilde alaycı. Kızımız Serena onun için şöyle diyor: "Dolgun, çekici dudakları kimselerin bilmediği bir espriyi yalnızca kendisi biliyormuş gibi bir edayla köşelerden yukarı doğru kıvrılmıştı."  Ancak Hunter fazla olarak inanılmaz küfürbaz. Patronu ona şöyle diyor: " Bir gün bu tavrın ve ağzı bozukluğunla başını belaya sokacaksın."  

Luxenler daha organize, daha birlikte yaşamaya, Şirinler Köyü kurmaya eğilimliyken Arumlar biraz daha özgür ve tek takılmayı seviyorlar gibi. Ha, bu demek değil ki Arumlar için aile önemli değil. Hunter'a baktığımızda kitaptaki konumunun nedeninin kardeşi olduğunu görebiliyoruz. 

Lux serisi Young Adult'ken, Saplantı New Adult olduğundan mıdır nedir; okurken Hunter, Lux serisinden tanıdığımız Luxenlerden daha bir olgun ve abi konumunda geliyor insana. Daha cesur, daha yalnız, daha sert, daha karanlık, daha küfürbaz ve daha arzulu. Evet, evet... Yine kitabın türünden midir, yoksa Arumların şahsi özelliklerinden midir nedir Arumlar cinsellik konusunda daha faaller Luxenlere göre. Luxenler, evlenip çocuğa karışıp, tür devamı amaçlarken, Arumların bu konuda pek kaygıları yok gibi. Zevk amaçlı yaşıyorlar. (İnanın yazdıklarım bana bile tuhaf görünüyor. :p )

Dönüşüm konusunda bana göre kesinlikle Arumlar önde. Luxenler; Serena, Mel ve Hunter'ın deyimiyle ampul gibi görünürken, Hunter siyah mermerden bir heykel gibi görünüyor. Etrafındaki tüm ışığı içine çeken bir kara delik gibi... Çok daha cezbedici yani. 

Arumlar yaratılış itibariyle olsa gerek daha öldürücüler. Natureborn Killer'lar bir nevi. Öldürmek konusunda Luxenler'in aksine tereddüt bile etmiyorlar. Bu yüzden olsa gerek daha iyi dövüşüyorlar. 

Ancak iki tarafın da dövüş konusunda birbirlerine karşı bir zaafı var. Obsidiyen Arumlar için öldürücü olabilirken; Oniks ise Luxenler için öldürücü, hatta bazı durumlarda ölmekten beter edici. İki taraf da bunların farkında. 
Peki hangisi daha üstün?
 Kararı size bırakıyorum. 

Ancak benim fikrimi sorarsanız; ben Melekler ve Şeytanlar arasında kalmış Dean taktiği kullanırım. En iyisi Dünya Barışı ^^  



Devamını Oku »

20 Kasım 2013 Çarşamba

OKK 21. Blog Tur: Saplantı - Jennifer L. Armentrout, Tanıtım - Takvim - Çekiliş






Herkese merhaba!

OKK’nin 21. Blog turunun konuğu DEX Plus’tan  çıkan Saplantı! Saplantı kitabı, Lux serisinin  yan kitabı, yetişkinlere hitap ediyor ve bu kez Arumlar ile ilgili! 

Kitabımızı tanıyalım:



Luxenler ve Arumlar, Lux serisinden bağımsız da okunabilecek Saplantı’da çok daha baştan çıkarıcılar.


Ukala, zorba ve tapılası bir adam.

Korunmaya muhtaç, küfürbaz ve ateşli bir kadın.



Hunter acımasız bir katil.

Devlet için kötü adamları öldüren bir uzaylı.

Işığın çocukları Luxenleri yok etmek için doğmuş bir Arum.
Yaptığı işten de çok memnun, ta ki, bir insanı korumak zorunda bırakılana dek.
Serena, en yakın arkadaşı, senatörün oğlunun doğaüstü bir varlık olduğunu söylediğinde, ona inanmamıştı. Kim inanır ki?
Ne yazık ki sonrasında korkunç bir olaya şahit oldu.



Hunter ve Serena, ateş ve barut gibi… Bir arada olmaları çok tehlikeli…



Sonunda Hunter yapmaması gerekeni yapıyor.

Hem de defalarca.

Tur Takvimimiz
20 KasımTanıtım - Çekiliş

21 Kasım

Fighting!!! – Ön Okuma
Kitap Tutkusu – Jennifer L. Armentrout / Yazar ve Kitapları Hakkında Bilgi

22 Kasım
Fighting!! – Altı Çizilesi Satırlar
The Reading Lady - Geçmişten Günümüze Hayatımıza Giren Uzaylılar

23 Kasım

Kütüphanemden Kitap Manzaraları – Işıldayan Luxenler Mi, Yoksa Karanlığın Çocukları Arumlar Mı?

24 Kasım
Yorum
The Reading Lady
Pudra Tozu
Kitap Tutkusu
Kütüphanemden Kitap Manzaraları
Fighting!!

Çekiliş: Fighting!!


BONUS!

Tur boyunca LUX serisi kitaplarının yorumları da her öğle sizlerle olacak!
Katkılarından dolayı DEXPLUS’a teşekkür ederiz.




Devamını Oku »

17 Kasım 2013 Pazar

OKK 20. BLOG TUR - Charlotte Bronte'nin Gizli Günlükleri - Syrie James - YORUM

 -Kış geldi ve bu tarz kitaplarla salep harika gidiyor ^^ - 

Kitap Adı: Charlotte Bronte'nin Gizli Günlükleri
 Orijinal Adı: The Secret Diaries of Charlotte Bronte
Yazar Adı: Syrie James
Yayınevi: Everest Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 488
Basım Yılı: 2013

"Aşkın hazları hakkında yazmışımdır. Uzun zamandır, kalbimin kimseye göstermediğim bir köşesinde, bir erkekle yakın bir ilişkinin hayalini kurmuşumdur, her Jane'in kendi Rochester'ını hak ettiğine inanırım; hak etmez mi?"


Charlotte Bronte ile ilk tanışmam 4. veya 5. sınıfta olmalı. Okul kütüphanesindeki klasikleri ilk keşfettiğim zamanlar ve Jane Eyre benim okuduğum ilk klasiklerden biri. Birkaç sene sonra mini bir İngilizce hikaye kitabı geçiyor elime. Bronte kardeşlerin hikayesini anlatıyor. O yaşımdayken anlatılan o gerçek dünya anladığım kadarı ile içimi inanılmaz karartıyor. Yıllar geçmiş, bölük pörçük okuyabildiğim bir İngilizce hikayeyi aslında hatırlamamam lazım ama orada Charlotte'ın annesi ve kendinden önce doğan çocuk yaşta ölen kardeşleri için öyle tasvirler var ki. Ölenlerin kilisenin bahçesine gömüldüğünden ve çürümeye bırakıldığından bahsediyor. O yaşta okuduğum bu tasvir aklıma öyle bir yer etmiş ki, Bronte kardeşler deyince aklıma hep o hikaye kitabı gelir ve ondan aklımda kalan hepsini anlatamadığım diğer şeyler... 

Günlüklere gelirsek, herhalde bu kitap hakkında hiç bilgim olmadan direk okumaya başlasam günlük değil bir roman zannederdim. Günlük türünü severim, ben de yazarım. Ancak anlatım tarzında günlüğün ufak ufak izleri dışında pek bir adı yok. Bunun nedeni Charlotte'ın üslubundan kaynaklanıyor. Jane Eyre' de zamanında okuduğu okuldaki anılarını baz alıp, kurgu bir roman yazdığı gibi burada da gerçek hayatını aslında bir kurguymuş gibi hikayeleştirerek anlatıyor. 


Başarısız mı ? Asla. Kitabın akıcı bir dili olduğunu düşünüyorum. Charlotte okuduysanız onun üslubunun izlerini yakalamanız hiç zor değil. Bence Charlotte'ın roman üslubu kullanma nedeni günlüklerinin okunma kaygısı olabilir.  Bu tamamen benim şahsi fikrim ama üslubundan ve yazdıklarından hep aslında anlatırken gizlediği bir şeyler olduğunu hissettim. Bir şeyleri saklamak için yazmak, anlatmak... 

Charlotte'ın ailesi, kardeşleri, tüm yaşamı ve fırtınalı ilişkisini ele alan günlükler, çok ama çok çarpıcıydı. Bunun bana göre asıl nedeni ne fırtınalı ilişki, ne dram... Uzun yıllar önce, kadının bir yazar olarak adının bile olamayacağı bir dönemde yaşamış, aranızda kitaplarının olduğu bir yazarı bu kadar ayrıntılı tanımak, onun iç dünyasına girmek. O dönemde bile olsa aynı sorunları yaşayabilmek, içten içe aynı hayali kurabilmek, çok ama çok farklı bir duygu... 

ALINTILAR 
"Bana öyle geliyor ki, şimdiye kadar yaşamış olduğum her deneyim, düşünmüş, söylemiş veya yapmış olduğum her şey ve sevmiş olduğum her kişi bir şekilde bugün olduğum insana katkıda bulunmuştur.  

"Bana yazı ya da çizi olsun bir şekilde kalemi kağıda değdirmeden geçen tek bir gün yaşamanın, ruhuna tam bir işkence olduğunu söylemiştin."

Devamını Oku »

16 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Adam İki Yazar: Charlotte Bronte ve Jane Austen


  
Jane Austen klasik edebiyatta Bronte kardeşler kadar iyi tanınan, başarılı bayan yazarlardan biri. Charlotte Bronte doğduktan bir yıl sonra ölen yazar üzerine George Henry Lewes  daha sonra "The Novels of Jane Austen" adlı bir kitap yazar.  Daha sonra Charlotte Bronte'yle tanışma fırsatı yakalayan Lewes, Charlotte'a Jane Austen okumasını önerir. Tur kitabımız olan Charlotte Bronte'nin Gizli Günlükleri'nde Charlotte bu olaya değinir. Ufak bir alıntı yapmak gerekirse:

"Başka bir iletişim de hiç beklenmedik bir alanda başlamıştı. Ünlü gazeteci, romancı ve oyun yazarı George Henry Lewes, Jane Eyre'in övgüden yana cömert bir eleştirisini yayımladıktan sonra, Currer Bell'e (Charlotte'ın takma adı) yazıp, sonraki kitabımda "melodramdan sakınmamı" öğütlemişti. (...) Bay Lewes ayrıca "şimdiye kadar yaşamış en büyük sanatçılardan biri ve insani karakterinin en büyük resmedicilerinden biri" olduğunu iddia ettiği "Bayan Austen'ın yumuşak gözlerinde parlayan görüşleri izlemem" gerektiğini de öğütlemişti. "



Lewes, Charlotte'a ifadelerinden de açıkça belli olduğu gibi hayran olduğu Austen'ı okuyup feyz almasını önerir. Charlotte merak eder ve yine yazar olan kız kardeşleri Anne ve Emily'le Austen'ın eserlerini okurlar. Charlotte günlüğünde kendisinin, Anne ve Emily'nin de Austen'la ilgili düşüncelerine yer verir. Düşünceleri beni oldukça şaşırttı bu arada :)

Charlotte Bronte Hayatı ve Eserleri yazımda Charlotte'ın da kız kardeşleri gibi erken yaşta vefat ettiğinden bahsetmiştim. Charlotte vefat edince onun hakkında bir kitap yazmak yine George Henry Lewes'a nasip olmuş.   




Tam hayat çok garip dediğiniz yerde bir şey daha keşfediyorsunuz. Syrie James yani Charlotte'ın Günlüklerini derleyen yazar, kitabın girişinde günlüklerin bulunuş aşamasını, sonra bu günlüklerin Charlotte'a ait olduğunun kanıtlanma aşamasını anlatıyor. Sürece dahil olan yazarın güncelerle ilgili hevesini ve sevgisini hissedebiliyorsunuz. Sonra kitabın arkasını çevirdiğinizde şöyle bir cümle görüyorsunuz: "Jane Austen'ın Kayıp Anıları'nın yazarı Syrie James, bu kez Charlotte Bronte'nin Gizli Günlükleri'yle titiz bir araştırma sonucu elde edilmiş tarihi gerçekleri kurguyla ustaca birleştiren, son sayfaya dek merak uyandırıcı olmayı başaran bir romana imza atıyor."  

Yolları hiç kesişmemiş, hiç tanışmamış, hatta aynı zaman diliminde bile yaşamamış bu iki kadının yolu bu kez başka bir yazarda kesişiyor. Ne dersiniz, tarih gerçekten tekerrür ediyor olabilir mi?

Devamını Oku »

OKK 20. Blog Tur: Charlotte Bronte Hayatı ve Eserleri

 


Bronte Kardeşleri çoğumuz biliriz. Ailecek edebiyata ve sanata ilgili bu aile, kısacık yaşamlarında 19. yy edebiyatına günümüze ulaşmış eserler bırakmıştır. Patrick Bronte adında bir papazın 6 çocuğu oldu, ikisi çocuk yaşta hastalıktan ölmüş, geriye 1'i erkek 3'ü kız olmak üzere 4 çocuğu kalmıştır. Zorlu hayatlarına ışık tutan tek şey sanat ve edebiyattı. Benim yazımın konuğu kardeşlerin en büyüğü Charlotte Bronte olacak. 

Diğer kardeşlerin hikayeleri için:

 


Kuzenbatı İngiltere, Thornton'da doğdu. 1816 yılında doğan Charlotte  1855 yılında diğer kardeşleri gibi genç yaşta öldü.
Sekiz yaşındayken Cowan Bridge adında bir kız okuluna gönderilmiş olan Charlotte, en meşhur romanı olan Jane Eyre'i yazarken bu okuldaki hayattan esinlenmiştir. Daha sonra öğrenimine devam eden Charlotte, 3 yıl öğretmenlik yaptı. Annesinin vefatıyla evin tüm sorumluluğu Charlotte'a kaldı. Bir okul açmayı da deneyen Charlotte ve kardeşleri malesef başarılı olamadılar ve okul kapandı. 

Bir gün Charlotte kız kardeşi  Emily’nin gizlice yazdığı şiirleri buldu ve çok beğendi. Ardından edebiyata ilgi duyan üç kız kardeş çalışmalarını birbirleriyle paylaştılar ve ilk şiir kitapları 1846′da Currer, Ellis ve Acton Bell diye birer erkek takma adı ile yayınlandı ama başarılı olmadı.  Ondan sonraki yıl içinde üçü de birer roman yazmayı denediler.

-Bu eser birçok film ve diziye de konu olmuştur- 
Charlotte’nin yazdığı “Jane Eyre” kısa sürede tanındı ve beğenildi, yazarına büyük şöhret kazandırdı. Fakat bu sevincin yanısıra ev hayatındaki felaketler de birbirini kovaladı. 1848′de Charlotte Bronte hem kız kardeşi Emily’i, hem de erkek kardeşi Branwell’i kaybetti. Bir yıl sonra da Anne öldü.


Charlotte, 1849′da “Shirley” romanını yayınladı. 



, 1853′de “Villette” adlı kitabını yayınladı. Bu kitap ülkemizde de  Geçmişin Gölgesinde ek adıyla Kırmızı Kedi Kitabevi Tarafından yayınlandı.

Charlotte 1854′de babasının yardımcısı papaz A.B. Nicholls ile evlendi, fakat birkaç ay sonra hamileliğinin 9. ayında Charlotte de kardeşleri gibi öldü.



“Jane Eyre” den önce kaleme aldığı fakat  beğenilmediği için yayınlamak imkanı bulamadığı “The Professor” (Sevdiğim Adam) adlı romanı ölümünden sonra yayımlandı. Uzun yıllar Türkçe'ye çevrilmeyen roman, daha sonra dilimize kazandırıldı. Aynı zamanda “On the Death of Anne” ve “Brontë” isimli iki şiir kitabı bulunuyor.


Devamını Oku »

14 Kasım 2013 Perşembe

OKK 20. Blog Tur: Charlotte Bronte'nin Gizli Günlükleri - Syrie James / TANITIM


Yeniden merhaba, Okuyan Kızlar Kulübü bu sefer edebi çevrede ilah kabul edilen bir yazarın gizli satırlarında büyülü bir yolculuğa çıkıyor. Bronte ailesi tarihe damgasını vurmuş kişiler, bugün bile romanlarda gerek eserleri gerek hayatlarındaki seçimleri ile yer almakta. Charlotte Bronte ve ailesi hakkında bilinmeyenleri anlatmaya geldik. Dilerim sizler de bu tarihi yolculukta bizlerle birlikte keyifle ilerlersiniz.
Syrie James'in kaleminden aslına sadık kalarak derlenmiş Charlotte Bronte Günlükleri sizlerle!


Kitabımızı Tanıyalım

Charlotte, Emily, Anne ve Branwell... Bronte kardeşler rüzgârın korkutucu bir uğultu ile estiği, soğuğun ve hastalığın kol gezdiği uzak bir köyde, birbirlerine hikâyeler anlatarak, her hikâyede yaşadıkları ıssızlıktan bir adım uzaklaşarak hayata tutunurlar. Yıllar sonra, edebiyata olan tutkuları artarak devam eden kardeşlerden Charlotte, dünya edebiyatına gelmiş geçmiş en güçlü kadın karakterlerden birini; Jane Eyrei, armağan edecektir:

Sade ve dış dünyaya kapalı bir hayat yaşamış olsa da Charlotte Bronte, gizli kalmış olan tutkulu yanını yazını aracılığıyla yansıtır. Bir yanı ise yazdığı gibi bir aşk yaşamayı hayal etmektedir. Nihayet bir gün ateşli bir talipten gelen bir evlilik teklifi, evin sakin ve sessiz havasını karıştırır. Bunun üzerine Charlotte günlüğüne döner ve kendiyle bir hesaplaşmaya girişir. Romanlarının arka planını oluşturan gizli aşkları, her biri yetenekli bir sanatçı olan kardeşler arasında yaşananlar, hayaller ve hayal kırıklıkları böylece kâğıda dökülür.

Jane Austenın Kayıp Anilannın yazarı Syrie James, bu kez Charlotte Brontenin Gizli Günîükteriyle titiz bir araştırma sonucu elde edilmiş tarihi gerçekleri kurguyla ustaca birleştiren, son sayfaya dek merak uyandırıcı olmayı başaran bir romana imza atıyor.

"Aşkın kazları hakkında yazmışımdır. Uzun zamandır, kalbimin kimseye göstermediğim bir köşesinde, bir erkekle yakın bir ilişkinin hayalini kurmuşumdur, her Janein kendi Rochesterını hak ettiğine inanırım; hak etmez mi?"

Tur Takvimimiz

14.11.2013


Tanıtım – Duyuru – Çekiliş


The Reading Lady
Pudra Tozu
Kitap Tutkusu
Kütüphanemden Kitap Manzaraları
Fighting!!
Çekiliş: Fighting!!

15.11.2013
Pudra Tozu - Ann Bronte ve Branwell Bronte Hayatı ve Eserleri
Kitap Tutkusu – Emily Bronte Hayatı ve Eserleri
Kütüphanemden Kitap Manzaraları – Charlotte Bronte Hayatı ve Eserleri

16.11.2013
Pudra Tozu - Charlotte Bronte’nin Evliliği
Kitap Tutkusu - Charlotte’nin İlk Denemeleri Ve Yazarlarla İlişkisi
Kütüphanemden Kitap Manzaraları – Bir Kişinin Gözünden İki Yazar

17.11.2013
Yorum
The Reading Lady
Pudra Tozu
Kitap Tutkusu
Kütüphanemden Kitap Manzaraları
Fighting!!



Katkılarından dolayı EVEREST YAYINLARI'na teşekkür ederiz.

Devamını Oku »

İstanbul Gyeongju World Culture Expo 2013 // Silla - Tanrıların Diyarı


Aradan uzun zaman geçtiği için yazmaktan vazgeçtiğim yazılardan biriydi aslında. Sonra baktım güzel bir anı, blogumda bulunsun istedim, geç de olsa yazayım...



Beni tanıyanlar annemin de Korefanı olduğunu bilir. Dizileri birlikte izler, Kore yemeklerini birlikte deneriz, kadının oppası var yahu, o derece, siz düşünün gerisini :p O nedenle baktık her yerde duyurular var, Expo burnumuzun dibine gelmiş, annemle gidelim görelim dedik.



Temsili bir İpek Yolu kurulmuş ve İpek yolu ülkeleri kendi ülkelerini tanıtacak standlar açmışlardı. Türkiye ve Kore'ninkiler ülke bazında değil şehir bazındaydı, bir çok stand vardı.  Çok güzel şeyler gördük. 



Buradan daha yakından görebilirsiniz. 



Bir tarafta Romanya'nın meşhur oyuncak bebekleri , bir tarafta Kore ya da başka bir ülke... Hepsini bir arada görmek çok hoş bir duyguydu. 



Kore'nin meşhur yemeklerinin dekor olarak sergilendiği standlar vardı, başka ülkelerin de... Bir tarafta bu maketler diğer tarafta cidden yemek pişiren ve satan ajummalar vardı. Yan standda ramen ve korenin meşhur  salçası satılıyordu. Ramen almak istedim ama malesef katkılarına güvenemediğimden es geçtim. Ajummaları yemek yaparken izlemek çok eğlenceliydi bu arada. 


Biz de Ajummalardan sağ altta gördüğünüz gibi kimbap aldık, gezimiz bittikten sonra bir köşede yedik. Annem pek beğenmedi, yosun kokusu onu rahatsız etti ancak ben ölümüne daldım diyebilirim :p Sahilde midye yiyen abiler gibi götürdüm arka arkaya ve çok ama çok beğendim. Hatta aradan süre geçtikten sonra bu haftalarda canım sürekli kimbap istedi, bir yerlerden yosun bulabilirsem (umutlu olduğum bir yer var) evde deneyeceğim. Her şehir kendi meşhur bir şeyleriyle gelmiş demiştik, örnek köşedeki kolu kanadı kırık yengecimiz (onla fotoğraf çektirenler oldu :p ) Tatlılarına örnekler vardı , minik bebecikler vardı. O zaman bir sürü broşür ve bilgi almıştım, hangisi hangi şehire ait diye ama o kadar ayrıntıya girmek istemiyorum.  

Biz Kore kültürüne ufaktan dalarken, aslında bu kaynaşma biraz da karşılıklı oluyordu. Türk stand görevlileri, Koreli görevlilere Türk kahvesi içiriyorlardı, sol alttaki resim de oradan :) Çok komik diyaloglar yaşandı, üstüne hadi gelin size fal bakalıma kadar gitti iş :p Falın ne olduğunu açıklamak zorunda kaldım :)


Kore standları genellikle cilt bakım ürünleri ağırlıklıydı, onun dışında yemek kültürlerine ithafen bir çok şey vardı. Resimdekiler yemek takımlari, çok güzeldiler. Sağ üstte de ginseng var :) 


Bu da bir tür telli çalgı olan Gayageum. Tarihi drama izleyip de buna rastlamayanınız yoktur herhalde. 


Ve en popüler standlardan biri K-POP standı. Ben son haftalara yakın gittiğim çeşit malesef ki azdı. MBLAQ hiç yoktu :( Yine de bir şeyler aldım, stand görevlileri çok ilgiliydi.  

Yerel standlarımız da çok güzeldi değinmeden geçemeyeceğim. 


El emeği göz nuru işler. Oyalar başka bir ülkeye aitti diye hatırlıyorum ama şuan çıkaramadım. 


Bizim lezzetlerimizden şerbet. Annemle birer bardak içtik, çok lezzetliydi :) Türk Kahvesi olmazsa olmaz zaten. Ayrıca yine olmazsa olmazlardan Hacıbekir lokumu. Tattık, enfesti... Ve kurumeyve ve kuruyemişler. 


Temsili İpek Yolu'nun arka tarafında Kore geleneklerine ve el işlerine uygun aktiviteler vardı. Benim en çok ilgimi tabi ki Hanbok çekiyordu. Giymek çok istiyordum, emellerime ulaştım ^^ Çok hoş bir kıyafet, bayıldım çıkarmak istemedim, giyinmeme yardımcı olan ajummaya sarılıp "Bu benim olsun muuu?" diye özürlü bir aegyo yapmak istedim :(  Ajusshiler bol bol resim çekti. En unutulmaz ve manidar anımı ise kesinlikle anlatmalıyım. Hanbok için sıra beklerken yanıma lise öğrencisi olduğu belli olan temiz yüzlü bir kız geldi, yüz ifadesinden bir şey soracağını anladım. Dedim herhalde "Hanbok sırası burası mı? İnsanın varoluş amacı nedir? Babam böyle güzel pasta yapmayı nereden öğrendi?" şeklinde gerekli bir soru gelecek. Fakat soru şuydu, ve o kadar kibar bir ses tonuylaydı ki: "Pardon, oppanız kim acaba?" Öyle bir kahkaha attım ki Kore'den duyulmuştur eminim.  İşte böyle ders verici ve mühim anılarım da oldu. 

 Ayrıca yelpaze yapımı gibi hoş aktiviteler vardı, yelpaze istemiştim ama çok sıcaktı ve hanbok için de bir sürü sıra beklediğimizden, onu bekleyecek gücü ve sabrı bulamadım kendimde. Sol alttaki oyun ise yine tarihi dramalardan aşina olduğumuz bir oyun. Deneyecek fırsat bulacağım hiç aklıma gelmezdi :) Çok eğlenceliydi, oldukça da isabetli atışlar yaptım. Gaza gelip bana da tarihi bir drama ayarlayın diyecektim ki onu gördüm *_* Moon Embraces the Sun'ın fotoğraf çektirmek için maketlerini koymuştu MBC standı.  Tabi yapıştım majestelerine, çekil şuradan ara bozucu pis kız dedim diğerine, çohaynan bol bol ergen pozu çekindik :) 
Adamı olur da diğeri kapar diye boş bırakmadığımdan, boş halini çekememişim :( Annem de damadıyla poz verdi hahah :)  Sonra majesteleri haydi gel sarayımıza gidelim deyince, hemen arkadaki standa kocaman bir saray kurulmuştu, majesteleri hiçbir masraftan kaçınmamıştı, oraya gittik :


Sol üstte aktivite yerlerini görebilirsiniz. Onun yanındaki benim yıllarca kapatıldığım kule ( Sarayın içindeki eserlerden biri :p )  Sağ alttaki majesteleriyle sarayımız ve sol alttaki bana vaadettiği kraliyet tacı...  


Sarayın içindeki  ekranlarda şehirlerin kültürel, sanayi özellikleriyle ilgili bilgiler akıyordu. Derken ben bir ses duydum. "Saranghae, saranghae, saranghanda!!!" koşarak çıktım saraydan, majesteleri arkamdan ağzı açık bir şekilde bakarken MBC'nin standına döndüm, kocaman bir ekranda MBLAQ - Mona Lisa çalıyordu, kendimden geçmişim... Kendime geldiğimde annemle bilet satan bir standın önündeydik, satan dediğime bakmayın biletler ücretsizdi. Ayaküstü bilgi aldık, Silla - The Land Of Gods , bir tarihi dans gösterisi. Annem çok heveslendi, gidelim dedi ancak Harbiye Cemal Reşit Rey'de akşam olacağından ve biz Anadolu yakasında oturduğumuzdan gidemeyiz dedim anneme :) Yalnız roller biraz ters geldi :p 

Bir kaç gün sonra La Fea'yle konuştuk, o da gitmek istiyordu, beraber gittik çok da güzel oldu. Aklınız varsa Cemal Reşit Rey'e gittiğinizde o parkın içindeki cafeye uğramayın. Dans gösterisi öncesi annem beni şok etti ve Expo'da gördüğümüz Koreli bir çocuğu tanıdı :D Yaa, şok şok. Diyor ki hani bu bilmemne standındaki çocuk değil mi? Aramızda 10 metre var. Hiç dönüp bakmadım, ne alakası var anne diye. Onun ısrarları sonucu dönüp bir baktım ki cidden o :) Anneme ne diyeceğimi bilemedim... 



Dans gösterisi o kadar alıp götürücüydü ki... Ne desem bilemiyorum... Sadece müzik, mimik ve hareketlerle, tek kelime etmeden o aşkı ve acıyı anlatmak... İnanılmaz etkilendik...  Bittiğinde uzun süre ayakta alkışladık.  Çıkışta Harbiye'de Yalın konseri vardı ona denk geldik, beleştepeden az baktık ama sarmadı :) Evimize döndük... 

Ciddi başlayıp saçmaladığım bir yazımdan daha elveda :p Beni özleyin anacım :) 
  
Devamını Oku »