1 Ekim 2014 Çarşamba

Kitabın İçinden Christina Baker Kline Röportajı


Roxana Robinson, Washington Post tarafından 2008'in en iyi beş romanından biri olarak adlandırılan Cost'un yazarıdır. Birçok kitap yazmıştır. Şimdi kendisinin Christina Baker Kline ile yaptığı röportajı okuyacaksınız. ^_^

Roxana Robinson: Bu kitaba nasıl başladığınızdan bahsedebilir misiniz? Size bu fikri ne verdi?
Yaklaşık on yıl önce eşimin Kuzey Dakota'daki anne ve babasını ziyaret ederken Fort Seward Tarih Kurumu tarafından basılmış, Century of Stories: Jamestown and Stutsman Country, 1883-1983 adında bir kitaba rastladım. Kitapta "Ona 'Öksüzler Treni' diyorlar -pek çok çocuğun bir evi olmasını sağladı," başlıklı bir makale vardı. Hikayede eşimin büyük babası Frank Robertson'a ve onun kardeşlerine oldukça yer verilmişti. Bundan haberim yoktu, daha önce öksüzler trenini hiç duymamıştım. Araştırmalarım sırasında öksüzler treninin Jamestown, Kuzey Dakota'da durmuş ve o trendeki çocukların burada evlat edinilmiş olmasına rağmen, Robertson ailesinin Missouri'den geldiğini öğrendim. Bu konu merakımı uyandırdı ve Amerikan tarihinin pek bilinmeyen bir dönemi hakkında daha fazlasını öğrenmek istedim.

-Öksüzler treninin sizin için en ilgi çekici tarafı neydi?
Sanırım beni öksüzler treninin hikayesine çeken şey, gençlik yıllarına dair çok az şey anlatan büyükanne ve büyükbabamın da birer öksüz olmasıydı. Bir yazar olarak insanların hayat hikayelerini anlatışı ve bu hikayelerin -isteyerek ya da değil- onların kim olduğunu ortaya çıkarışı daima ilgimi çekmiştir. Kelimelerin arasındaki boşluklara, uzun zamandır sırları örtbas eden suskunluklara ve dış görünüşü maskeleyen hikayelere hep ilgi duymuşumdur. 
Kendi kökenim de kısmen İrlandalı olduğundan, onu öksüzler trenine götüren koşullar hakkında sessiz kalan İrlandalı bir kız hakkında yazmak istediğime karar verdim. Kontrolümüz dışında gerçekleşen travmatik olayların hayatımızı nasıl şekillendirdiği hakkında yazmak istedim. "Bilinen dünya ile imkansızlıklar dünyası arasındaki eşikten geçen insanlar, yaşadıklarını aktarmanın ne kadar güç olduğunu keşfederler. " diye yazar Kathryn Harrison. Roman boyunca ana karakterim olan Vivian, geçmişinden duyduğu utançtan uzaklaşıp, nihayet onu kabullenme yoluna gidiyor. Ve bu süreçte kendi hayat hikayesini hatırlayıp anlatmanın yenileyici gücünü öğreniyor. 
Önceki dört romanım gibi Öksüzler Treni de kültürel kimlik ve aile geçmişi gibi sorularla boğuşuyor. Fakat bunun çok daha büyük bir hikaye olduğunu ve geniş çaplı bir araştırma gerektireceğini en başından beri biliyor ve araştırmalarımı genişletmek için büyük bir istek duyuyordum. 



-Romanınızda tarif ettiğiniz yerleri görmek için Orta Batı'ya gittiniz mi?
Uzun zamandır Minnesota ve Kuzey Dakota'ya gidip geliyordum. Minneapolis'i oldukça iyi biliyorum ve o bölgeye büyük bir yakınlık duyuyorum. Eşimin ailesinin Minnesota, Park Rapids yakınlarında bir göl evi var ve orada oldukça vakit geçiriyorum. Romanda adı geçen ve günümüzde hikayenin geçtiği yer olarak görülen Maine, Spruce Harbor gibi pek çok küçük kasaba ise benim hayal ürünüm. (Spruce Harbor, The Way Life Should Be adlı bir diğer romanımda da geçen bir yer. ) Gerçek bir bölgeye hayali bir kasaba yerleştirmek, bana yazar olarak hayal gücümü dilediğimce kullanma özgürlüğü veriyor. 

-Kitabınız için ne tür araştırmalar yaptığınız? Trenle bir bağlantısı olan insanlarla görüştünüz mü? Bu nasıl bir histi?
İnternette New York Times ve diğer gazetelere ait makaleler bulduktan sonra öksüzler treni yolcuları tarafından anlatılan ve tarihi arşivlerde yer alan yüzlerce hikaye okudum. Bu araştırmalar doğrultusunda gittiğim New York Halk Kütüphanesi'nde ise adeta çağdaş bir materyal hazinesi buldum. Konuyla ilgili öyküler, çocukluk romanları, resimli kitaplar okudum. New  York Tenement Müzesi'nde ve Ellis Adası'nda araştırmalar yaptım. Aynı zamanda roman karakterimin İrlanda kökeni hakkında araştırma yapmak için İrlanda'daki Galway şehrine gittim.
Romanımı yazdığım süre boyunca New York ve Minnesota'daki tren yolcularının toplantılarına katıldım. Onlarla ve onların çocuklarıyla, torunlarıyla görüştüm. Hala hayatta olan az sayıda tren yolcusu vardı, onlar da doksan yaşının üzerindeydi. Her birinin bana ve diğerlerine hikayelerini anlatmaya ne kadar hevesli olduğunu görmek beni şaşırtmıştı. Onlarla konuşup hikayelerini dinlerken yaşadıkları zorlukların üzerinde durmadıklarını, onun yerine çocukları ve torunlarıyla birlikte oldukları için - o trenlere binmemiş olsalardı asla sahip olamayacakları hayatları için şükrettiklerini gördüm. Ve romanımda gerçek hayatta zor olan bir şeyi yapabileceğimi fark ettim: Bir kurtuluş hikayesi yaratma gereği duymaksızın, bu deneyimlerin sert detayları üzerinde durabilirdim. 



-Araştırmalarınız esnasında sizi en çok şaşırtan, hiç ummadığınız şey neydi?
On yıllar boyunca insanlar bindikleri trenden başka bir tren olmadığına inanmışlar. Yetmiş beş yıllık büyük bir sosyal deneyin parçası olduklarından haberleri yokmuş. Çocukları ve torunları (ki bazı tahminlere göre iki milyondan fazla kişiler) bu konuyla ilgilenip sorular sormaya başlayan ve diğer tren yolcularıyla tanışıp hikayelerini paylaşana dek gerçeği bilmiyorlarmış.
-Ana karakterleriniz olan iki genç kız, zaman ve koşullar bakımından birbirlerinden oldukça ayrı olsalar da bazı ortak noktaları var. Biraz bundan bahseder misiniz?
Roman yazarken çoğu zaman içgüdülerinizle hareket edersiniz. On yedi yaşında bir Penobscot Kızılderilisi olan Molly hakkında yazmaya başladığımda, ister inanın ister inanmayın, doksan bir yaşındaki varlıklı dul bir kadın olan Vivian  ile aralarında benzerlikler olduğunu hemen fark edememiştim. Fakat yazmaya devam ettikçe, bazı biyografik benzerliklere ek olarak psikolojik bakımdan da benzer olduklarını gördüm. İki karakterin de babası ölmüş, anneleri hastaneye kaldırılmıştı. İkisi de evden eve dolaşmış ve kültürel kalıpları dolayısıyla önyargıyla karşılaşmıştı. İkisinin de aile yadigarı birer tılsımlı eşyası vardı. İkisi için de değişim tanımlayıcı bir ilkeydi. İkisi de genç yaştan itibaren uyum sağlamayı, yeni kimlikler edinmeyi öğrenmişti. Yaşamlarının çoğunu riski azaltarak, karışıklıklardan kaçınarak geçirmiş ve geçmişleri hakkında sessiz kalmışlardı. Vivian - Molly'nin sorularına cevaben- uzun zaman önce yaşadıklarıyla yüzleşmeye başlayana dek, ikisi de yaşamlarında değişiklik yapacak cesareti bulamamıştı.


-Eserinizde bol bol adı geçen Maine ile olan bağınızdan ve hislerinizden bahseder misiniz?
Annem ve babamın Güneyli olmalarına rağmen, ben altı yaşındayken Maine'e taşındık ve bir daha arkamıza bakmadık. Kendime bir Maine'li demesem de iki kız kardeşim orada doğdukları için öyle oldukları söylenebilir. Fakat gençlik yıllarımı Penobscot Nehri'nin yakınlarındaki otuz beş bin nüfuslu bir Maine kasabası olan Bangor'da geçirdim. Yaklaşık on yıl önce annem ve babam Mount Desert Adası'ndaki küçük bir kıyı köyü olan Bass Harbor'a taşındılar. Üç kız kardeşimin de anne ve babamın evine üç kilometre uzaklıkta evleri var ve biri, ailesiyle birlikte tüm yıl boyunca orada yaşıyor. Bense yazları ve diğer tatilleri adada geçirecek kadar şanslıyım. Oğullarım orayı memleketi olarak görüyor. Benim içinse anlamı oldukça basit: Maine benim kişiliğimin bir parçası.

-Kitabınızda zamanı nasıl kullandığınızdan biraz bahseder misiniz?
Öksüzler Treni'nin günümüzü anlatan hikayesi birkaç aylık, geçmişi anlatan bölümleriyse 1829 yılından 1943 yılına kadar yirmi üç yıllık bir süreyi kapsıyor. Bu iki bölümün birbirlerini tamamlaması için aralarında nasıl bir denge kuracağımı bulmak biraz zaman aldı.
Genellikle iki ayrı zamanda geçen hikayeler okurken, bir zamanı diğerine tercih ettiğimi ve onun anlatıldığı bölüme gelmek için sabırsızlandığımı fark ederim. Öksüzler Treni'nde bu durumdan kaçınmak için iki hikayeyi birlikte örerek birbiriyle bağlantılar ve yansımalar taşımalarını sağlamaya çalıştım. Örneğin bir bölümde Vivian'ın büyükannesi ona bir kolye veriyor, sayfalar sonra Molly bu kolyeyle ilgili yorumda bulunuyordu. Ama bu referansların fazla yalın ve açık olmalarını değil, karmaşık olmalarını istedim. Ayrıca geçmişte geçen hikayenin şaşırtıcı bir olayla aniden sonra ermesini ve günümüzde geçen hikayenin, onu kaldığı yerden devam ettirmesini istedim. Böylece hikayenin anlatımı da ortaya çıkmış oluyordu: Vivian, Molly'ye hikayesini günümüzde anlatıyordu. Bazen bütün taşları nasıl yerlerine oturtacağımı düşünmekten başıma ağrılar girdi desem yeridir. Neyse ki editörüm pek çok kez çıkagelip beni bu durumdan kurtardı. 


Röportaj burada sona eriyor. Umarım zevk almışsınızdır ^_^
Sevgiler :*
Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder