25 Kasım 2023 Cumartesi

PERŞEMBELERİ PARKTA :) -Hayır, Bu Bir Kitap Yorumu Değil-


    Uzuuuuun uzuuuun çöller aşmış, nice diyarlar görmüş; sonra evime, yurduma dönmüş gibi hissettiğim bir yazıyla merhabalar :) 
Burada olmak hem çok yabancı, hem çok tanıdık. Uzunca bir süre evden ayrı kaldıktan sonra dönmek gibi işte. Her şeyin tanıdık bir yabancı gibi görünmesi hissi... 

    Ve aynı zamanda bir kürkçü dükkanı sanki, dönüp dolaşıp geldiğim. 
Bu yazıyı aslında Temmuz-Ağustos gibi yazmalıydım. Ki o zaman yazmayı düşünüyordum aslında. Ama çok rastgele bir anda, üzerimde pijamalarımla, üstünkörü bir şekilde bilgisayarın kapağını açmışken yazmaya başlayıverdim. Yayınladığımda ne zaman olur bilemiyorum :p


Uzun zamandır okuyamıyordum, okuma hızımsa bir salyangozdan halliceydi. Ama ne demişleeeer instagram bilgeleri; hızın önemli değil, başladıysan hiç başlamamış olanlardan ileridesin. :p 

Bu yüzdendir ki hızım ve ayırdığım vakit içler acısı olsa bile tam anlamıyla bırakmadım okuma işini. Bu dönemde eskisi gibi okumaya vakit ayıramadığından yakınan iş arkadaşlarımla etkinlikvari bir alışkanlık oluşturma çabasına girdik. Sonuç: havalar güzelken haftada bir gün parkta kitap okumak. 

Şu an havalardan ötürü bu etkinliğe biraz ara verdik ama gerçekten çok eğlenceli geçti. Termoslarımızı, kitap ve defterlerimizi alıp hatta örtü bile alıp büyüüük ve devasa ağaçlardan oluşan, taş masala rı olan parkta kitap okumaya başladık. Bazen hava o kadar sıcaktı ki ağaç altlarına, çimlere kaçtık. Başlarda kitap okuma faslına başlayana kadar epey goy goy yaptık. Bazen içimizden herhangi birinin hiç kitap okuyası yoktu. :) Ama günün sonunda birkaç satır karalamış ve birkaç sayfa okumuş olarak döndük evlerimize.

Genelde perşembe günlerine denk geldiği için bu okumalar aklıma bir dönem basılmış bir kitabın adını getirdi aklıma; Perşembeleri Parkta. Etkinliğimizin adını da Perşembeleri Parkta koymuştuk. :)
Elime bir kitap alıp okumak artık bir parça daha alışkanlığa dönüştü. Bu etkinlikten sonra okumaya tekrar döndüm, keza yazmaya da. O süreçten beri okuduğum kitapların yorumları ve izlediğim (ki onlar bir parça daha az) dizi/filmlerin yorumları da gelecek.


Hiçbir şey güzel bir kitabın yerini tutmuyor gerçekten.
Tekrar görüşmek üzere.
Sevgiler... 





Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

14 Ocak 2023 Cumartesi

Blogları Canlandırma Projesi 2023 Duyurusu ve Ocak Ayı Teması

 

Merhabalar :) 

2021 yılında başlattığımız Blogları Canlandırma Projesi 2023 yılında da devam edecek! 2022 yılında hayatımdaki değişikliklerden ötürü istesem de dahil olamadım. Bu yıl kaldığım yerden devam etmek istiyorum.

Peki, nedir bu Blogları Canlandırma Projesi? 

Okurix'ten çaldığım kısımla cevaplıyorum: 

"Merhaba bloggerlar! Bloglarını güncel tutmak isteyen ancak yazmaya üşenenler! 'Ben öyle sıkıya gelemem. Kurallar beni boğar.' diyen özgür ruhlar! 2021 ocak ayında başlattığımız projemize bu yıl da devam ediyoruz.

İki sene önce birkaç blogger arkadaşla, blogları hareketlendirmek için bir etkinlik yapma kararı aldık. Bu etkinlik için her ay BCP (Blogları Canlandırma Projesi) grubu olarak bir tema belirliyoruz. 

Ay sonuna kadar temaya uygun olan bir  kitap okuyabilir veya film, dizi, belgesel izleyebilirsiniz. İsterseniz hem kitap okuyup hem de dizi, film izleyebilirsiniz. Bu size kalmış. 

Her ayın başında o ayın konusu hatırlatılacak. O ayın temasına uygun okunup izlenenlerin yorumları ayın son haftasında yayınlanacak. Her ay katılım sağlamak zorunda değilsiniz. Ama katıldığınız ay, diğer katılımcıların o ay için yazdıkları yazıları ziyaret etmelisiniz. Katılım sağlayanların yazılarının linkleri ay sonunda yayınlanacak olan ay sonu raporunda toplu olarak yayınlanacak. Bu sayede blog trafiğiniz arttığı gibi yeni bloglar ve bilmediğiniz film-dizi-kitaplar keşfedebilirsiniz.

Katılmak isterseniz, yorum bırakabilir, etkinlik hakkında merak ettikleriniz varsa sorabilirsiniz. 

2023 Yılı Aylık Temalar




Ocak ayının teması; Gerçeğe Dayanan Olaylar, Biyografi. Hatta Anı ve Hatıralar da
 bu temaya uygun düşecektir. Bu kapsamda dilediğiniz kitabı okuyabilir, film-dizi-belgesel izleyebilirsiniz. Şimdiden keyifli seyirler, keyifli okumalar. :)"

Detaylı bilgi için OKURIX' in blogunu ziyaret edebilirsiniz.

Blogları Canlandırma Projesi grup üyelerimiz;



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

15 Aralık 2022 Perşembe

WEDNESDAY - Dizi Yorumu



Gotik ne varsa ben oradayım arkadaşlar. Gotik kıyafetler, mekanlar, mimari, müzik, sanat vb. Say Gothic 3 times then here I am kısaca :P

    Hiçbir şey izleyecek durumda değildim aslında ama adı lazım değil bir arkadaşımın karakterle ortak özelliğimizi bulması sonucu başladım. Evet, bu da zaaflarımdan biri :) Hayır, normal zamanlarda kimsenin suyuna pirana falan atmıyorum, ama kabul edelim bu kız tipik bir oğlak burcu.

                                                                                    


    Biraz ciddileşirsek Tim Burton’ın tarzını biliyorsanız tipik bir Tim Burton eseri. Addams Ailesi 90lı yıllarda karikatür serisi olarak başlamış, filme ve animasyona uyarlanmiş bir yapım diye biliriz kısaca. Wednesday dizisi ise ailenin kızları Wednesday karakterine odaklanarak yapılan 8 bölümlük bir dizi. Hiçbir okula uyum sağlayamayan Wednesday’in son okulunda kardeşine eziyet eden çocukları (evet, kardeşine ondan başka kimse eziyet edemez) yüzdükleri havuzda piranalara yem etmesi sonucu ucubelerin gittiği Nevermore Akademisi’ne gitmek zorunda kalmasıyla başlıyor dizi. Evet, pirana esprisi de buydu. Geçelim.


    Dark akademileri sevmeyen var mı aranızda? Hani güneş ışığının bile yolunun düşmediği, devasa demir kapıları ve yüksek duvarları bulunan, kale veya şatodan bozma, taş yapının soğukluğunu akciğerlerinizde hissedebileceğiniz, gargoylelerle bezenmiş okullardan bahsediyorum. Genelde doğa üstü yaratıkları ağırlayan, bol entrikalı mekanlar. Çok cezbediyor beni ve seviyorum. Hatta bir dönem böyle akademilerde geçen fantastik kitap serilerini yazmak istemiştim sevenleri için. Ama son yıllarda bloğuma o kadar kötü davrandım, hor kullandım ve viraneye çevirdim ki şunu yazacaktım demeye yüzüm yok artık. Nerde kalmış 2016’dan falan taslaklarım olduğunu söylemek.

    Neyse yine dağıttım konuyu. Gelmiyorum gelmiyorum ama geldiğimde de böyle çenem düşüyor işte blogda. Hayatım bir süredir çok darmadağınıktı. Ama artık bir şeyler düzene giriyor. Neyse inanmayacağınız doğrular söylemenin bir anlamı yok artık :p

Nevermore böyle bir akademi işte tam olarak. Wednesday’in ise bazı (bayıldığım) rutinleri var. Günlük belli bir süre yazı yazmak mesela. Benim bir süredir ara verdiğim ve yeni yeni toparladığım bir rutin. Çello çalıyor, hem de epey güzel çalıyor. :) Ve bir de bazı kişilere vs dokunduğunda ortaya çıkan durugörü yeteneği var!

Wednesday gelir gelmez henüz kurda dönüşemeyen Enid ile oda arkadaşı oluyor. Anne ve babasının öğrencilik zamanlarının izi var hala duvarlarda sanki. Kaçmak istiyor ve mutlu değil. Son okulda yaşadığı durumdan ötürü danışmanlık alması gerekiyor, yani bir psikologla seanslar yapması gerek. Bu ortam onun için kaçmaya en elverişli zaman ve kendine bir de suç ortağı buluyor, polis şefinin oğlu ve kafede çalışan Tyler! Ancak kaçma girişimi sırasında son zamanlarda kasabada ölümlere yol açan yaratığı görüyor ve gri hücreleri çalışmaya başlıyor.

    İşin içine eskiden cadı avı yapan kasabanın ünlü bir seyyahının kehanetlerinin girmesiyle birlikte dizi tam bir dark polisiye halini alıyor. Wednesday yeni tanıştığı arkadaşları ve ailesinin peşinden casus olarak gönderdiği ama tehditle kendi yanına çektiği EL ile bu işin peşine düşüyor ve oldukça karanlık, eğlenceli ve heyecanlı bir maceranın içinde buluyoruz kendimizi.

Wednesday’in asla gülmeyen suratı ama yakınları için yaptığı fedakarlıklar; hepimizden farklı etik anlayışı diziyi ilginçleştiriyor.

Ben diziyi çok beğendim; mekanlar ve kıyafetler aşırı hoşuma gitti tabii ilk olarak. Aynı zamanda son bölümlere kadar merak unsuru hiç dinmedi. Netflix’in kendi bile sosyal medya hesabında dizi hakkında en can alıcı spoiler’ı vermişken lütfen bunlara maruz kalmadan diziyi izleyin derim :p

Umarım en yakın zamanda 2. Sezon onayını alır. 

Sevgiler.


Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

1 Mart 2022 Salı

BLOGLARI CANLANDIRMA PROJESİ EKİM AYI RAPORU


Merhabalar, 
BCP'de epey geriden geldiğimi biliyorum ama sürekli yeni bir şey çıkıyor beni alıkoyan. Yine de pes etme niyetinde değilim. Günceli yakalayacağım :) 

Ekim Ayı raporunu hemen sunuyorum. Konumuz Ütopya - Distopya - Bilim Kurgu idi. 





4- Sade ve Derin(Deeptone) - Obruk, Dystopia, Black Lake Dizi Yorumları

5 - Duygu'nun Mekânı - The Man From Earth Film Yorumu




Kasım ayı teması ise Nobel ödül almış bir yazar ya da En iyi film Oscar ödülü almış film idi. Kasım ayı yazımda görüşmek üzere <3 
(Listeyi Fighting Blog'dan ç-aldım :p)
Sevgiler...




Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

28 Şubat 2022 Pazartesi

Aşk ve Canavarlar - Film Yorumu (BCP - EKİM)

Merhabalar, :)
Aşk ve Canavarlar filmini bir akşam abim ve annemle izlemiştik abimin önerisi üzerine. Yorumunu yazmak aklımdan tamamen çıkmış. BCP Ekim ayı konusunun Ütopya - Distopya - Bilim Kurgu olduğunu görünce aklıma geliverdi.


Film Adı: Aşk ve Canavarlar
Orijinal Adı: Love and Monsters
Yönetmen: Michael Matthews
Senaryo: Matthew Robinson, Brian Duffield
Oyuncular: Dylan O'Brien, Jessica Henwick, Michael Rooker
Yıl ve Süre: 2020 (DVD-2021) & 1sa 49dk.


Türü distopya olan filmde dünyaya çarpmak üzere olan bir astreoit dünyadan gönderilen füzelerle durdurulur. Ancak füzelerden kaynaklanan kimyasal birikme dünyadaki haşeratları bir tür mutasyona uğratır -dev böceklerden vs. bahsediyorum- ve bunlar dünya nüfusunun %95'ini yok eder. Kalan bir avuç insan artık yer altlarında, güvenli sığınaklarında ufak gruplar halinde yaşamaktadırlar. Bunlardan biri de ailesini bu yaratıklar nedeniyle kaybetmiş olan Joel'dur. Joel, bildiğimiz dünyanın sonu karakterlerinin aksine biraz beceriksiz ve korkak bir karakterdir. Ki bence filmi eğlenceli kılan faktörlerden biri buydu. Dylan O'Brien da rolün cidden hakkını vermiş, bu roller nerdeyse üstüne yapıştı gerçi. :)

Joel'un dışarı görevlerine çıkmasına izin yoktur, o sığınaktaki işleri halletmektedir. Bir gün kurcaladığı telsiz aracılığı ile en son 7 yıl önce gördüğü aşkı Aimee ile iletişim kurar ve günlük telsiz konuşmaları yapmaya başlarlar. Ve bir yolculuğa çıkıp Aimee'in yanına gitmeye karar verir. Ancak doğru dürüst silah bile kullanmayı bilmeyen Joel için bu yolculuk DEV tehlikelerle doludur. 


Joel'un macerasında heyecan ve eğlence hiç düşmüyor. Önce terk edilmiş bir karavanda yalnız bir köpek buluyor. Ve bu köpek çok akıllı. Joel'a bir nevi yoldaşlık yapmış oluyor. İkisinin etkileşimleri aşırı eğlenceliydi.
Filmde beni hayal kırıklığına uğratan ilk şey de bize izlerini gösterdikleri köpeğin esas sahibi kızın hiç ortaya çıkmaması oldu. Nedense verdikleri sahnelerden sonra o kızın bir şekilde ortaya çıkacağını düşünmüştüm. Muhtemelen tamamen benim hayal gücümle alakalı bir durum. Düşündüğümde Joel bu yolculuğu tek mi yapsa köpekle mi yapsa daha eğlenceli olurdu diyorum ve kesinlikle ikinci seçeneği seçiyorum. 


Daha sonra Joel kendi gibi yolculuk yapan bir dede ve torunla tanışıyor. O zamana kadar bu yaratıklarla ilgili pek bilgisi olmayan Joel, bu adamdan onlara dair epey şey öğreniyor. Ve bunları bir deftere çok tatlı çizimlerle birlikte not ediyor. Filmde en çok beğendiğim şeylerden biri de bu defterdi. Ben ve böyle tutulan defterlere olan zaafım... 


Neyse filmde yaratıkların dışında artık nesli tükenmiş sevimli robotlar bile var. :p 

Tüm filmi kısaca değerlendirecek olursam eğlenceli vakit geçirecek, hafif bir film olarak görmekte fayda var. Bazı güzel mesajlar vermiyor değil ama görselleri ve eğlenceli yanlarıyla çok da derine inmiyor elbette. İzlerken bu filmi sinemada izlemek çok daha keyifli olurdu diye düşündüm bir yandan da. 
Çok büyük beklentilere girmeyeceğinize söz verirseniz (: filmi tavsiye edebilirim. <3
Netflix'te izlenecek bir şey aradığınızda şans verebileceğiniz eğlenceli bir yapım.  

Sevgiler.



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

9 Ocak 2022 Pazar

BLOGLARI CANLANDIRMA PROJESİ EYLÜL AYI RAPORU

Merhabalar,

Blogları Canlandırma Projesi Eylül ayı temamız polisiye idi. BCP ile ilgili detaylı bilgi için TIKLAYINIZ!

Eylül ayı yazılarımız şu şekilde; 

Duygu'nun Mekanı - Gördüğüne Asla İnanma (Kitap)

Buffy - The Guest (Dizi)

Okurix - Castle (Dizi)

Deeptone - Kimsenin Freya’dan Haberi Yok (Kitap) - Bundan Kimseye Bahsetme (Kitap) - Üçe Kadar Say (Kitap)

Bez Cadıları - Black Sun (Dizi)

Film Yabancı Dizi Anime ve Kitap - Davetli Listesi (Kitap)

Tefrika - Bitter Blood (Dizi)

Kavanozdaki Beyin - The Beast Must Die (Dizi) - The Pact (Dizi) - The Chestnut Man (Dizi)

Benherneysemo - Enola Holmes - Film Yorumu


Ekim ayı temamız olan Ütopya / Distopya / Bilim Kurgu ile görüşmek üzere. :)

Sevgiler <3



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

8 Ocak 2022 Cumartesi

ENOLA HOLMES - Film Yorumu (BCP EYLÜL)


Merhabalar :)
Bendeniz iflah olmaz bir Sherlock Holmes sever olarak onunla ilgili çoğu kaynağı tüketmeye çalışıyorum. Kitaplar, diziler, filmler... Enola Holmes'u da aslında çıktığında izlemeyi düşünüyordum ama bir türlü fırsat olmamıştı. Geçtiğimiz aylarda izledim ve BCP'nin bu ayki konusu polisiye olunca da buradayım. ^^ 

Bu blogda Sherlock Holmes'la ilgili epey yayın var, yazı sonuna hepsini koyacağım. Ancak aklıma ilk olarak HER BAKIŞ AÇISINDAN YENİ BİR SHERLOCK geldi. Burada farklı yazarlarca epey Sherlock hikayesi yazıldığından ve herkesin Sherlock'u kendi bakış açısıyla algıladığı için karakter olarak farklı bir özelliği ön plana çıkan SH'lar gördüğümüzden bahsetmiştim. Ayrıca yine SH'u yerinden oynatamayan yazarların genelde bu uğurda Watson'ı yerinden edip oraya kendi karakterlerini eklediklerini ve neden böyle yaptıklarıyla ilgili kendi çıkarımlarımı paylaşmıştım. Bu yazımı hâlâ çok severim, okursanız mutlu olurum ^_^


Bu filmde de benzer şekilde bir düzenlemeye gidilmişti. Watson karakteri hiç yoktu. Bu kez bize tanıtılacak karakter ise Enola Holmes'tu, Sherlock ve Mycroft'un küçük kardeşleri. 

Başlarken şunu belirtmeliyim ki, böyle yapımlarda odağınız Sherlock Holmes olursa hayal kırıklığına uğrarsınız. Çünkü yazarlar genelde SH ile sizi bir nevi yemleyip kendi yarattıkları yeni karakteri yedirmeye çalışırlar. Çok amiyane bir açıklama oldu, elit çizgimden çıktım ama :p bence böyle. Çünkü hikayeye yeni bir şey katmak isterler, farklı bir bakış açısı ve farklı bir deha. Kendi dehaları... 

Konuya dönersek odağınız yeni karakter olmalı kesinlikle, pergelin bir ayağı gibi o karakter üzerinde durursanız hikayeyi bütünüyle algılarsınız. Odağınız Sherlock olursa hayal kırıklığınıza uğramanız kaçınılmazdır. Sebebi ise bu tarz hikayelerde pasifize edilmiş, arka planda hikayeyi destekleyecek; ana karakterlikten yan karakterliğe bazense figüranlığa düşmüş bir Sherlock vardır. Enola Holmes filminde ise bir nevi figüran bir Sherlock vardı, bir gölge. Enola'yı tek başına bu şekilde ele almalarıyla ortaya çıkacak film onun Sherlock Holmes'un kız kardeşi olarak ele almalarıyla ortaya çıkacak film bambaşka olacaktı şüphesiz. 


Filme giriş yaparsam Enola, tersten okunuşuyla Alone ;) iki abisi ve annesiyle taşrada yaşayan bir genç kızdır. Abileri büyüdükçe evden ayrılıp şehre gitmiş Enola'yı annesi yetiştirmiştir. Ama ne yetiştirmek, o dönemde bir kadının öğrenmesinin tabu olarak görüldüğü her şey (Kimya, jujitsu,şifre çözme vb.). Aklını ve bedenini eğitebileceği pek çok yöntem. Başlangıçta bu kısım hızlı ve güzel bir geçişle başlıyor. Enola'nın annesi Eudoria Holmes karakteri ise Fight Club filminden Marla Singer'ı da canlandıran Helena Bonham Carter. 

"Anneme göre mahremiyet erdemlerin en büyüğüydü. Ve en çok ihlal edileni." 


Enola 16 yaşına girdikten sonra bir sabah annesinin ortadan kaybolmasıyla film hızlanıyor. Abileri şehir dışından geliyor ancak kardeşler birbirinden o kadar kopuk ki uzun zamandır görüşmemişler. Abilerinin zerafet okuluna göndermeyi tercih ettikleri Enola, kaçarak annesinin peşine düşüyor ve olaylar başlıyor. Enola'nın bu yolculukta kendisi de bir kaçkın olan Tewksbury Vikontu ile yolu kesişiyor. İkisinin hikayesi birbirine karışırken maceraya da giriş yapmış oluyoruz. 


Filmle ilgili hoşuma gitmeyen şeylerden biri Mycroft karakteriydi. Orijinalinde bu karakter de en az Sherlock kadar zeki ancak ondan daha sorumluluk sahibi biridir. Burada ise dediğim dedik, çok katı, anlayışsız bir karakterdi ve izlerken çok fazla bileniyorsunuz karaktere. Kardeşi, Sherlock'a sığındığında ise Sherlock onu Mycroft'tan korumaktan aciz ve abisine karşı çıkamıyor. Bir iki teselli etmeyecek şey yapıyor sadece. Ve böylece karakterler orijinallerinin gölgesini bile siliyor. Bu gerçekten rahatsız edici ve üzücüydü benim için. Tam burada Henry Cavill'in Sherlock'undan da bahsetmem lazım. Çok kötü değildi ama mükemmel Sherlock örnekleri varken önümüzde maalesef çok silik kaldı. Sherlock'un karakteristik çoğu özelliğini de göremedik maalesef kendisinde. 


Filmin çekim tekniklerini, ortamları ve kıyafetleri ayrıca beğendim. Başrollerin birlikte enerjisi de çok iyiydi, filmdeki tempoyu düşürmediler hiç. 

Hoşuma giden şeylerden bir diğeri ise verdiği bazı mesajlardı. Zaten baş karakter bir genç kadın. Bu zaten güzeldi. Ek olarak klişe yapımlardaki her kadın karakterin kaderini bir erkek çizer mesajından ellerinden geldiğince uzaklaşmalarıydı. Enola zerafet okuluna gittiğinde hocasına boyun eğmeyip "Ben kendime yeterim," dediğinde yediği tokat Mycroft'un suratına patlamalıydı. Annesi ise Enola'ya bazı bulmacalar bırakmıştı, bunlar eğlenceliyken onu yetiştirirken ve sonrasında verdiği mesajlar da hoştu. "Geleceğimiz elimizde. Geleceğimize dair iki yol vardır. Kendimiz için seçtiğimiz ve başkalarının bizim için seçtiği."


Bir Sherlock Holmes hikayesi olarak çok zayıf kalsa da başrolünü genç bir kadının oynadığı polisiye bir film olarak eğlenceliydi. Sonu da gayet iyi bir şekilde bağlanmıştı.

Kesinlikle izleyin diyeceğim kadar iyi değildi ama n'olur izlemeyin diyeceğim kadar kötü de değildi. Sherlock kısmını göz ardı edebilirseniz daha çok eğlenebilirsiniz.
Sevgiler :* 



Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

BLOGLARI CANLANDIRMA PROJESİ AĞUSTOS AYI RAPORU


Merhabalar,
BCP Ağustos ayı temamız savaş / zafer / kahramanlık veya Türk yazarlardı. Ben Türk bir yazardan kitap okumayı tercih ettim. 

Blogları Canlandırma Projesiyle ilgili bilgi almak için TIKLAYINIZ!

Ağustos ayı yazılarımız şu şekilde; 

Bez Cadıları - Büyük Savaş - The Great Battle / Film

Okurixx - Ah'lar Ağacı - Didem Madak / Kitap

Buffiy - Welcome To Dongmakgol - Film

Sade Ve Derin - The Good Lord Bird - Dizi / Şimal Yıldızı - Film

Fighting - Hürkuş: Göklerdeki Kahraman

Kavanozdaki Beyin - Şafak Bekçileri - Film / Underground Railroad - Dizi

Duygu'nun Mekanı - Gökteki Kale - Anime Film / Kızıl Kahkaha - Kitap

Minihanok - D.P. / Dizi

Şule Uzundere - Soğuk Kahve - Ahmet Batman / Kitap

Benherneysemo - Buzlar Çözülmeden - Cevat Fehmi Başkut & Buzlar Çözülmeden ve Deli Deli Küpeli Film Yorumu

Eylül ayı teması olan polisiye eserlerinde görüşmek üzere. Sevgiler <3


Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »

6 Ocak 2022 Perşembe

Buzlar Çözülmeden - Cevat Fehmi Başkut & Buzlar Çözülmeden ve Deli Deli Küpeli Film Yorumu (BCP AĞUSTOS)


Merhabalar,
BCP sağ olsun; uzun zamandır yazmak istediğim, bir türlü yazamadığım yazıların bir kısmını yazmış oldum. :) Bu yazı da onlardan biri olacak.
Ailecek klasik Türk filmlerini epey severiz. Kemal Sunal'ın da en sevdiğimiz filmlerinden biri Deli Deli Küpeli filmidir. Zaten karda kışta geçen filmleri ayrı bir severim. Bu filmi yıllardır defalarca izlemişimdir. Ancak yıllar önceki halleri genelde kalitesiz yayınlar olduğu için ve televizyonda yakaladığımızda da genelde jeneriğini göremediğimiz için bu filmin bir kitaptan uyarlandığını yıllar sonra öğrendim ben. Ve kitabı okumayı çok istedim. Kontrol ettim MART 2017'deki ŞU ALIŞVERİŞİMDE almışım.

Kitap bir tiyatro eseri. Defalarca sahnelenmiş. Ardından 1965'te Fikret Hakan'ın ve çok iyi bir kadronun yer aldığı siyah beyaz bir filmi çekilmiş. Bu filmden ise benim ne yazık ki bu sene haberim oldu. Kitabı okumayı düşünürken dayanamadım ve bu filmi izledim. Ardından ise kitabı okudum. Yani herkes gider Mersin'e ben giderim tersine :p Yapımları kronolojik sıranın tam tersine göre takip etmiş oldum. 

Hikayenin özü ise şu; ihtilal sonrası Sultan Dağları'nın gerisinde yolları buzlarla kaplı bir kasabada yollar kapalı olduğu için Kaymakam ve diğer yetkililer gelemeyince kendi düzenini kurmuş halka zulmeden istifçisi, karaborsacısı, toprak ağası, dava vekili... Halk ise yapılan haksızlıklar içinde açlıkla, soğukla, topraklarından olmakla mücadele etmektedir. Bir gün nasıl geldiği anlaşılamayan kaymakam kasabaya geliverir ve kasabanın tüm sorunlarına kendine göre çözümler bulur. Buraya yazmam gereken cümleyi spoiler bulur musunuz bilmiyorum ama başka türlü anlatmak zor olacağından yorumlar kısmında göreceğiz mecbur.

İlk olarak Buzlar Çözülmeden filminden bahsetmek istiyorum.


Yönetmen ve Senaryo: Nejat Saydam
Yapım Yılı: 1965
Oyuncular: Fikret Hakan, Selda Alkor, Nuri Altınok, Ali Şen, Reha Yurdakul, Sami Hazinses, Hüseyin Baradan, Suzan Avcı, Atıf Kaptan, Osman Alyanak

Kitabı ilk aldığımda biraz karıştırmıştım ve olayların sırasının ve bazı kısımların Deli Deli Küpeli filminden daha farklı ilerlediğini anlamıştım. O nedenle Buzlar Çözülmeden filmini izlediğimde kitapla epey paralel gittiğini aslında anladım. Kitapta olayları öğrenmemiz sürpriz unsuru olarak en sona bırakılmış. Buzlar Çözülmeden filminde de buna uygun olarak kaymakam kasabadadır ve işini yapmaktadır. 


Bu siyah beyaz filmde aşırı derece bir tiyatro havası var. Eserin ruhunu vermeye çalışırken tiyatro eseri olması da filmi ele geçirmiş gibi. Filmden çok bir tiyatro oyununun kasete alınmış halini izliyor gibisiniz. İsimler kitapla birebir aynı olarak tercih edilmiş. 
İzlerken arka plandaki dağlar bana sahte gibi görünmüşlerdi çünkü çok güzel görünüyorlardı. Bunu biraz araştırınca çok ilginç bir gazete haberine rastladım. 
Erzurum'da çekilmeye karar veriliyor film ancak ne hikmetse çekim ekibi şehre vardığında bir anda hava sıcaklığı 15°C oluveriyor ve kar falan kalmıyor. Tekrar yağar umuduyla önce iç mekan çekimleri yapılsa da beklenen kar yağmayınca dağlardan kamyonlarla taşıma kar getiriliyor ve çekimler bu şekilde tamamlanıyor. Gerçekten çok ilginç bir anekdot olmuş geriye kalan. 
Haber görselleri şu şekilde: 



İzlediğim ve okuduğum tüm versiyonlarına göre daha dramatik, daha duygusal ve daha ciddiydi bu yapım. Bu düzeni anca deliler düzeltir mizahı da yoktu ayrıca. 
Tek eksi yanı, sahne bütünlüğü yoktu. Çok fazla kesinti var gibi geliyor insana izlerken. Sanki başı sonu belli olmayan sahneler gibi. Önceki filmden ve kitaptan detayları bilmesem çok daha fazla yadırgardım sanırım. Sona doğru ise biraz uzamış ve sündürülmüş geldi bana. 


Fikret Hakan'ın kaymakamı deliden çok asabi ve sağı solu belli olmayan biri gibi film boyunca. Deliliği çok derinlerde kalmış sanki. Bu nedenle filmin sonuna kadar sezilmiyor bu durum. 
İzlediğim için çok memnun oldum cidden


Deli Deli Küpeli filmi ise Kemal Sunal filmleri içerisinde ailecek ilk üçümüzdeydi uzun yıllardır. Ben kış havası olan filmleri gerçekten bir başka seviyorum. Bu film de Bolu'nın Elmalı köyünde çekilmiş. Kış havasını iliklerinize kadar hissediyorsunuz, oyuncuların da yüzleri soğuktan epey kızarmış. :) 
Başı, sonu belli olan; konu bütünlüğü olan bir film var bu sefer. Hikayenin tamamını öğrenme imkanı var bu kez elimizde ve sürprizi yok işin. Kitapta ve diğer yapımlarda sonda verilen kısım en başta verilmiş. Buna rağmen filmin izlenirliğini pek bozmamış bence.


Bu yapım aynı zamanda hepsi içerisinde mizah yönü en baskın olandı. Konuyu güldürü katarak ve ana mesajlar konusunda kitaptan kopmayarak verdiği için çok güzel yedirmiş. Tam bir kara mizah. Burada iki deli var elimizde: Kaymakam ve Hakim (ki hakim benim favori karakterim). Ve o delilik bağından asla kopmuyor film, arada karakterlerin deli olduğunu vurgulayan ekstra sahneler var. Senarist kitabı bambaşka ele almış. Kitabın başı, sonu epey değişmiş. Tiyatro eserinde halkın anlattığı olaylar burada farklı olarak dilden dile konuşularak değil de birebir yaşandığı anı görebileceğimiz şekilde aktarılmış bize. Belli replikler ve vurgular aynen korunmuş.
 Kitabın sonu aslında olması gereken iyi bir mesaj verse de bize, nedense kalbimle düşündüğümde bu filmdeki sonu tercih ediyorum. Ve bu filmi senede birkaç kez, özellikle kış aylarında izlemekten hala sıkılmıyorum. 

nadirkitap'tan aldım resimleri

Adı: Buzlar Çözülmeden
Yazar: Cevat Fehmi Başkut
Yayınevi: İnkılap Kitabevi
  Sayfa Sayısı: 81
Basım: 2015, İstanbul

Ve gelelim Buzlar Çözülmeden kitabına. Bunların hepsini izlemiş ve bu kadar tüketmişken kitap bana ne kadar sürpriz olacaktı gerçekten merak ediyordum. 
Kitap beni daha en başından itibaren sarıverdi. Aşırı akıcıydı. O havayı, ortamı, karakterleri öyle güzel veriyor ki sanki hepsi gözünüzün önünde. Kış, hantallık, eskilik... Mesela bir sahnede kaymakam dilekçe verilmesini kaldırıyor ve halkın direkt kendisine ulaşmasını istiyor. Yani bürokrasinin hantal yollarında dolanmayı kaldırıyor. Bu da çok güzel veriliyor. 

Kaymakam: "Dilekçe mi? Yani dükkâncıya 10 kuruş verip bir tabaka kâğıt alacak, arzuhalciye 2,5 lira verip bunu yazdıracak, tütüncüye 16 kuruş verip bu yazılı kâğıdı devlet kapısından içeri sokmak için pul alacak... Memur arkadaşının işinden para aldığı zaman bu büyük bir suç sayılıyor da bir vatandaşın derdini dinlemek veya halletmek vazifesiyle kurulmuş hükümetin aldığı 16 kuruş sanki rüşvet olmuyor mu? Hayır, bundan sonra dilekçe kaldırıldı... (...) -dosyaları göstererek- Şunlara bakın, ne de masum, sessiz, zavallı görünüşleri var değil mi? Halbuki bunlar geçmişte koskoca bir imparatorluğu batırdılar."

Of, of mükemmel göndermeler. 

 Kitap filmle paralel gibi başlasa da ondan ayrıldığı epey yer var, Deli Deli Küpeli ise bambaşka bir çerçeve çizse de bize aslında içini aynı şeylerle doldurmuş. Başını ve sonunu toplamışlar en keskin fark olarak ve sonu daha umutlu bitmiş filmin. Umut severiz :)
"Karla kaplı başka bir kasabaya..."

Eserlere damga vuran karakterlerden biri Deli Çavuş. Deli Çavuş bir savaş gazisi. Kitapta ve Buzlar Çözülmeden'de ihtilal sonrası dönem ele alınıyor, DDK filminde ise 12 Eylül sonrasını. Kitapta Balkan Savaşları ve Kafkasya gazisi olan Deli Çavuş; DDK'de ise bir Kore gazisi. Yani dönemler değişiyor bazı yaşananlar hiç değişmiyor gibi hissettim bunları görünce. Ömrü savaşlarda geçmiş, biraz aklını kaybetmiş üzerinde ince bir asker kıyafeti ve madalyalarıyla gezen Deli Çavuş halkın da bir nevi eğlencesi haline gelmiştir. Kaymakamın ilk olarak buna el atması; ona itibarını geri vermesi ve iş sahibi etmesi çok güzel ayrıntılardı. Deli Çavuş hep sana gelen bana gelsin diye düşünerek kaymakamın en büyük koruyucularından biri haline geliyor. Deli Çavuş'un kaymakamı kendini feda edecek kadar çok sevmesi kitapta ve Buzlar Çözülmeden filminde çok dokunaklı ve etkileyici sahnelerle verilirken Deli Deli Küpeli filminde bu kadar saçma bir şekilde verilmesi çok enteresandı. Deli Çavuş gerçekten eserdeki en konuşulmaya değer karakterlerden biriydi. Temsil ettiği pek çok şey vardı. 


Ayrıca bu yapımların hepsini arka arkaya tekrar izleyip okuduktan sonra en çok aklıma takılan karakter Hatice oldu. Her yapım Hatice'yi almış kendi eleğinden geçirmiş, süzmüş. Ama hiç biri kitaptaki Hatice karakterine sadık kalmamış. Bu beni hem üzdü, hem bir miktar sinirlendirdi. Kitapta Hatice kocası kaçmış, 4 çocuğuyla onu bırakmış dul bir kadındır. Ve köprüyü dinamitleyecek kadar gözü kara, aynı zamanda kaymakamın yaptıklarının kıymetini bilecek kadar duygusal bir karakterdir. 
Sonrasındaki tüm eserlerde, ki tiyatro eserlerinden bahsedeceğim birazdan, Hatice karakteri hiç dul biri olarak verilmemiş. Hepsinde ailesini kaybetmiş ve kardeşleriyle kalakalmış bir genç kız olarak verilmiş. Bu cidden düşünülmesi gereken bir durum. Neden hiçbirinde bu kadın olduğu gibi verilmemiş? Biraz zihnimizdeki kalıpları yoklamak gerekiyor galiba. Unutmadan Hatice'nin oğlunun/erkek kardeşinin hareketlerini Bisiklet Hırsızları yorumumdaki küçük ustaya benzettim. :p


"Size, bizim gibiler değil akıllı idareciler lazım. Çok akıllı idareciler. (...) Deli mi oldunuz siz? Bak hele bir deliye deli mi oldunuz dedirttin. Çok acayip laf oldu."

Ben hızımı alamayıp kitabı okurken bazı araştırmalar yaptığımda pek çok tiyatro grubunun -ki amatörler de dahil- bu eseri tekrar tekrar ele aldığını gördüm. Youtube'da bazılarını bulabilirsiniz. Ayrıca 2010 yılında Haldun Dormen tiyatrosu bu eseri Bir Kış Öyküsü adıyla müzikal olarak sahneye koymuş. Youtube'da bunu da bulabilirsiniz. Selçuk Yöntem, Perihan Savaş, Bülent Kayabaş, Nilgün Belgün, Emre Altuğ, Settar Tanrıöğen, Ümit Yesin gibi pek çok usta oyuncu da yer alıyor. Bir akşam onu da izledim. Müzikal olması çok hoş bir ayrıntıydı ve epey farklı ele almışlardı bu kez de. Yani DDK'den bile çok daha farklı. Yine de izlemesi hoştu. 



Tam hava durumuna uygundu ve okuyup uyumak bana çok tatlı geldi. Tam bir battaniye altı kitabı. Karla kaplı bir kasabada geçmesi çok hoşuma gidiyordu. Ama anlattıkları o kadar romantik değildi tabi. Karlarla kaplı, herhangi bir düzenin olmadığı bir kasabada eline fırsat geçiren kişilerin halkı aç ve soğukta bırakacak kadar gaddarlaşmalarıyla ilgili çok gerçekçi tespitleri var kitabın. Okurken insan cidden bazı şeyler hiç mi değişmez düşüncelerine girebiliyor. 


Cevat Fehmi Başkut'un hayatını da biraz araştırdım. Cidden araştırmaya değer biri. Kalemini beğendim. Bu kitaptaki Hacı Kaptan eserini de okuduktan sonra büyük ihtimalle diğer kitaplarına da yöneleceğim. Bu arada Paydos ve Soygun eserlerinin de sinemaya uyarlandığını gördüm. Soygun filmini buldum ama Paydos filmini henüz bulamadım. Ona da bir bakacağım. 

Bu yazıyı buraya kadar kimsenin okuduğunu düşünmesem de sizi seviyorum. 
Sevgiler :* 


Bu yazıyı "benherneysemo.blogspot.com.tr" dışında herhangi bir blog/forum/internet sitesinde okuyorsanız, şahsımın bilgisi dışında ÇALINMIŞ DEMEKTİR!!!

Devamını Oku »